Çocuklarım bir Waldorf anaokuluna devam ediyorlar. Kendimi sık sık onlara duyulan bu derin saygıdan çok etkilenirken buluyorum. Bunu daha önce başka hiç bir yerde deneyimlemedim. Karakterlerine, kendi zamanlarına, çocukluk zamanlarına duyulan saygı; bir kaprisi, bir problemi, rahatsız eden bir durumu bir problem gibi görüp hemen çözmekten ziyade onları anlamaya daha çok yaklaşacak, daha uyumlu bir şekilde yaşamalarına yardım etmelerine yarayacak bir ipucu olarak ele alıyorlar.

Bu bütünsel saygı atmosferinde, anaokulunun “Kral Senesi”ne (anaokulunda geçirilen fazladan 1 sene) giden büyük kızımın çiçek açtığını gözlemliyorum. Bu 7 yaş geçiş döneminin tadını sonuna kadar çıkarıyor. Waldorf Pedagojisinde ilkokula 6-7 yaşında başlıyorlar, okul öncesi dönemini gerçekten kapatıp zihinsel, bedensel ve ruhsal olarak kendini “yetişkinlik” dönemine atmaya hazır oldukları yaşta.

Kendileri olmaya özgür bırakılan, hayata saygı içinde yönlendirilen çocuklar kendi öz doğalarını gösterebilirler.

Eminim ki eğer kızım bu sene ilkokula başlasaydı uçmaya başlamak üzere olan kanatları birazcık zarar görürlerdi. Tabi sonra yine de uçardı ama aynı şekilde değil.

Bu örneği sizinle paylaşmak istedim çünkü ebeveyn olarak normaldan farklı bir eğitim sistemine yönelmek çok kolay olmuyor. Ancak eğer kalbimizde bunun doğrulunu hissediyorsak ve iç güdümüze güveniyorsak, eylemimiz ve hislerimiz her zaman meyvesini verir

Bu nedenle Waldorf okulları çocuklar için çok güzel bir hayat okulu ama aileler için daha da güzel.

Beni derin bir şekilde anne ve insan olarak beslemeyen tek bir toplantı, seminer, laboratuvar, kermes, cümle ya da tartışma olmadı.

1 sene içinde pek çok farklı eğitim aldım. Size içimde kök salan ve beni anne yolculuğumda destekleyen 7 tanesini paylaşmak istiyorum.

 1-Kulağa sıkıcı gelse de çocuk (ve yetişkin) bir ritim izleyerek yaşarlar.

Günlük yapacak işerimizin ritminden ziyade (okul, ev, spor faaliyeti vb.) çocuğa dünyada eşlik eden içsel bir ritimdir. Fizyolojik bir ritim olan nefes almanın yanında bir de oyun ve dinlenme ritmi vardır.

Çocuklarımı gözlemlemeye çalıştım. Oyun sırasında çok özel bir ritimleri var. Bir ev inşa etmeye başlıyorlar ve tamamen bu dünyanın içine gömüldükleri bir an oluyor, oyun bittiğinde ve birazcık gerginleşmeye başladıkları an ise birbirleriyle kavga ediyorlar, yaralanıyorlar. İşte bu an, yetişkinlere ihtiyaç duydukları an: Genellikle onlara bir masal okuyorum veya onları mutfakta bana yardım etmeye davet ediyorum. Onlara olan bu ilgimizden tatmin olup, biraz yiyecek ve sessizlikten sonra tekrar canlanıp tekrar oyun oynamaya başlıyorlar.

Bu yaşam ritmini bilmek önemlidir. Bu şekilde onları oynarken rahatsız etmiyoruz (oyunla büyümek onların işi!) Ve talep ettiklerinde ise onlara dikkatimizi ve mevcudiyetimizi veriyoruz. Ve daha da önemlisi, gerginleşmeye ya da kardeşleri ile kavga etmeye başladıkları zaman onlara kızmıyoruz. Sessizliğe ve sakinliğe olan ihtiyaçlarını anlıyoruz ve tatmin ediyoruz!

2- Her çocuk kendine has bir mizaç ile doğar. 

 

Her çocuğun göze çarpan özelliklerinin belirlenmesi (kişiden kişiye farklılık gösteren), her ebeveyn için mükemmel bir okuma aracıdır. Örneğin bir çocuğun her şey hakkında sürekli bir karşı gelme eğiliminde olduğunu bilmek ve bunun bir heves ya da şımarıklık olmadığını (herkesin düşündüğünün aksine) ayırt edebilmek önemlidir. Karakterinin bir özelliğidir. Bu da eğitimcinin ve ebeveynin bunu göz önünde bulundurarak harekete geçmesine yardımcı olur. Sonuç: Bilinçli anne ya da baba ona her şeye hayır dememesi gerektiğini açıklamayacak ve “dize getirmek” için ona uyulması gereken katı kurallar koymayacak, ancak evet’in güzelliğini de görebilmesi için ona eşlik edecektir.

Hepimiz birbirinden farklı şekilde vurgulanmış özellikler ile doğarız ve büyürüz. Eğitimcinin amacı da tam olarak hepsini ortaya çıkarmak ve uyum yaratmaktır. Aksine, tek bir varoluş biçiminde mutsuz, ve hapis olarak kalırız.

3- Öncelikle çocuğun temel ihtiyaçlarının giderilmesi, sonrasında da ikincil olanlara yönlendirilmesi gerekmektedir.

 

Kulağa çok sıradan gelse de aslında hiç öyle değil. Her insanın birincil ihtiyaçları uyku ve besindir. Bu ihtiyaçlar giderilmez ise insan ölmeye mahkumdur. Uyku ve besin ihtiyacının giderilmesi tatmin edici bir şekilde olmalıdır yoksa bunun acısını her anlamda çekeriz.

Yemeğe değinmek gerekirse ki bu bize garip gelebilir çünkü çocuklarımız hiç öğün atlamazlar ve fazlası ile yerler. Evet, ama ne yiyorlar? Onlar da bizim gibi sağlıklı besinlere ihtiyaç duyarlar, paketlenmemiş, zehirlenmemiş, öldürülmek üzere yetiştirilmemiş, sömürülmemiş, dünyanın öbür ucundan gelmemiş besinlere…

Filozof Feuerbach demiştir ki: “Ne yersen, osun.” Bundan daha doğru bir şey olamaz: buğdayın bize verdiği tohumla, ağaçtan gelen şeftaliyle, dedenin bahçesinde yetiştirilen salata ile özdeşleşiriz.

Ailemiz için yemek pişirelim, bu etkinliğe zaman ayıralım, elimizden gelen enerjiyi ve sevgiyi çocuklarımıza verdiğimiz yemeklere aktaralım.

Ve sonra tabii uyku var. Çocuklar geç yatar, ve asla bir kapama düğmeleri yoktur. Onları kapatmak zorunda olan, onları ne zaman yatağa yatırmanın zamanının geldiğini bilenler biz yetişkinleriz. Çocuk tükenene kadar beklememeliyiz, bu anı önceden tahmin etmeliyiz. Anaokulu çağındaki her çocuğun enerjisini

kazanabilmesi ve güçlenmesi için en az 11-12 saat uyuması gerekir (yapanlar için öğlen uykusunu sayarak).

Genellikle, aceleden veya rahatlığımız için veya kendi ihtiyaçlarımız için, bu iki temel ihtiyacı karşılayamıyoruz ve bunu fark bile edemiyoruz: Waldorf okulu ise bunu hatırlamamıza yardımcı oluyor!

4- Her anın kutsallığı

Waldorf okullarında her şey bir rituel ile başlar. Bu bizim biraz kaybettiğimiz bir yaşam şeklidir, belki hala geleneğine bağlı en ilkel uygarlıklarda bulabileceğimiz. Ritüel, yaşayacak olduğumuz şeyin tadına baktırmaya, bir an durmaya ve düşünmeye, anı daha yavaş yaşamaya ve o anda olmaya ve onu böylece kabul etmeye yardımcı olur.

İşte yemek zamanı veya bir toplantıdan önceki an, mumların, şarkıların ve dansların kahraman oldukları büyülü anlar oluverirler. Bu farklı yaşam tarzı, bu kutsallığın bir kısmını eve getiren, yemek sırasında mum yakmaya başlayan, günün her anını daha yavaş ve doğalında yaşayan ailelere de bulaşabilir.

 5- Yapılan her şey bir anlam taşır.

Waldorf okullarında her şeyin bir anlamı var. Okul duvarlarının renginden, binasının tasarımına, her çocuğun önlüklerinin renginden, öğretim kurulu toplantısının gününe (genellikle Perşembe günleri), harfleri öğretme sırasından, çeşitli etkinliklerdeki malzeme seçimine… Hiçbir şey rastgele değildir. Her şeyin mantıklı bir açıklaması vardır. Böyle bir tutarlılığa alışkın değiliz ve aslında her bir detayın bir anlamı olduğunu keşfetmemiz, doğanın mükemmel yasalarına uyum sağlamamız gibi bir şeydir ve sonuç olarak kendimizi de aynı şeyi yaparken buluruz: sadece anlamlı olanı satın almak, ya da iki şey arasında yaptığımız seçimi farkında olup seçmek çünkü bize öbüründen daha çok anlam ifade ediyordur. Çocuk, bu anlam arayışın hissediyor, yaşıyor ve kendinin yapıyor.

6- Çocuklar yaşamın zorunluluktan çok bir zevk olduğunu öğreniyorlar.

 

Bu düşünce de önemsiz görünebilir, ancak aslında değildir. Çocuklar hoş aktiviteler gerçekleştirir ve bu aktiviteleri yaparken aslında zihinsel ve ruhsal olarak hayata hazırlandıklarını ve aslında “ders konusu” işlediklerini farkına bile varmazlar. Bu yaşam tarzı, belki de bir ömür boyu, toplum tarafından hatta ailenin kendisi tarafından yapmaları gerekeni yapmaya zorlanan ve şimdi istediklerini yapma zevkini yeniden keşfetmek isteyen tüm aile için bulaşıcıdır.

 7- Güzelliğin ve samimiyetin yeniden keşfi

Çocuklar her şekilde ve her şeyleriyle saygı görüyorlar. Ağlarlarsa onları dinliyorlar ve dikkatlerini dağıtmak için ilgileri başka şeye yönlendirilmiyor, kavga ederlerse susturulmuyorlar, eğer bir etkinliği yapmak istemiyorlarsa zorla yaptırılmıyor… Her şey onların kendilerini en özgür şekilde ifade edebilmeleri için tasarlanmış, içtenliğin önemini anlamaları üzerine.

Bir davranışı veya duyguyu bastırmak yapılmaması gereken bir hatadır (bu yetişkinler için de geçerlidir!): Her deneyim serbest bırakılmalı ve daha sonra işlenmeli ancak asla engellenmemelidir!

Eğer samimi olmazsak, kendi hayatımızı değil, bizi bu şekilde görmek isteyenlerin hayatını yaşarız!

Yazıma sonsuz olarak devam edebilirim ve aslında çocuklarım bir yıldan az bir süredir Waldorf okulundalar. Yüksek eklentilerimiz vardı ve fazlasıyla karşılandılar. Bir aile olarak bu saygı ve yaşam sevgisi ile dolu ortamda her geçen gün daha fazla büyüyebilmekten onur duyuyoruz.

Çeviren: Nisan Eskicioğlu

MOMO Anaokulu Eğitmeni

– DİĞER YAZILARIMIZ –